Cherreads

Chapter 2 - Buzların Arasında

İçimdeki soğukluğu hissediyordum. Bedenimi yavaşça ele geçirmeye yemin etmiş, beni sıkıca saran bir buz kütlesinin içerisinde sıkışıp kalmıştım. Küçük bir sıcaklık vardı sanki içimde. Bedenime hapsolmuş bir sızıntı hissediyordum. Bu soğukluğa meydan okuyan o küçük sızıntı ne olabilirdi ki?

İçimi ve dışımı yavaş yavaş sarıyordu. Sanırım buradan çıkabileceğimi söyleyen bir güç vardı. Bunun bir oyun olduğunu ve bu oyunu yenmem için bana sabır göstermem gerektiğini söylüyordu. Buzullar yavaş yavaş eriyordu. İçimde yanan o sıcaklığın bir ateş olduğunu anlamam uzun sürmüştü. Bu ateş, normal bir ateş değildi. Masmavi görüntüsüyle sanki beni yanına davet ediyordu. Buz kütleleri iyice eriyince, o ateş etrafımı sarmıştı. Sanki bana bir yol gösteriyor gibiydi. Yavaş adımlarımı atarken "Cesaret" sözcüğünü birkaç dilde sanki bana fısıldıyordu. Ateş, benimle iletişime mi geçmeye çalışıyordu?

Merakıma yenik düşecek olduğumu henüz o an bilmiyordum. Çünkü biri bana ısrarla sesleniyordu:

"Hey, Alev Çocuk! Beni duyuyor musun?" Bu ses bana oldukça tanıdık geliyordu.

"Helios?"

---

Profesör Miele, giydiği kırmızı bir şal ile Bulutlu Kule'nin merdivenlerinden çıkıyordu. Bulutlu Kule, cadıların eğitim gördüğü, yüzyıllardır hayatta kalan canlı bir yapıydı. Miele kuleye girdiği anda onu tablolar karşılıyordu. Tablolarda genel olarak cadıların ve büyücülerin onurlandırdığı isimler yer alıyordu. Profesör Miele, sihir tarihi dersinde iyi notlar alan bir öğrenciydi. Bu sebeple çoğu tabloyu tanıyordu. Karşısına çıkan bir tabloda gece mavisi ve kırmızı saçlı iki kişi görmüştü. Tablonun altında "Ogma ve Palurus" yazıyordu. İlginç gelmişti; daha önce bu isimleri hiçbir yerde görmemişti. Biraz daha ilerlediği sırada bilmediği bir tabloyla karşılaştı. Dokunup incelemeye kalkarken, arkasından gelen ses onu ürküttü.

"Eski Çağ Cadıları," dedi kalın sesli bir erkek.

Kafasını döndüğünde, saçları omzuna kadar uzanan, simsiyah giyinmiş, yaşı genç ama vücut hatları yüzünden olgun gösteren bir adamla karşılaşmıştı.

"Öyle mi? Çok gençlermiş, tanıyamadım. Siz, Bulutlu Kule Cadılar ve Büyücüler Koleji'nin öğretmenlerinden Raul olmalısınız."

"Evet, ta kendisiyim," diye cevap verdi genç büyücü. "Aynı zamanda buranın sahibiyim. Ben de sizi bekliyordum."

"Evet, benimle bir konu görüşmek istediğinizi belirtmişsiniz. Konu neydi?"

Genç adam, gülümser bir yüz ifadesiyle ellerini koridorun sonundaki odaya doğru uzattı.

"İsterseniz gelin, odamda konuşalım," diyerek ilerlemeye başladı.

Genç peri, adama pek güvenmemişti. Fakat konuyu öğrenmek istiyordu. Peşinden giderek mor ağırlıklı bir masa ve iki sandalyesi olan odaya yönelip oturdu. Büyücü de karşısına oturmuştu.

"Söyle bakalım Miele, Linphea Koleji'nde gerçekleştirdiğin öğretmenlik hayatının sonrasında Alfea'ya gelip işe başlaman oldukça şüphe çekici. Bunu garip buluyorum."

Genç büyücü, Miele'yi sıkıştırdığını ve bir şeyler bildiğini biliyordu. Boş odadaki sessizlik, Miele'nin daha da gerilmesine sebep oluyordu.

"Söyleyebileceğim pek bir şey yok Raul. Akademik hayatımda tabiat ve doğa bilimi üzerine gerçekleştirdiğim çalışmaları Alfea'da daha iyi muhafaza edebileceğimi düşündüm," dedi genç peri.

"Bir şeyler sakladığından adım kadar eminim. Siz periler, cadılardan ve büyücülerden sürekli bir şeyler saklarsınız," diyerek gergin bir şekilde oturduğu yerden kalktı.

Hikâyede eksik bir şeylerin farkına varan büyücü, sessiz oda içerisinde nefes alıp verişleriyle ortamı iyice geriyordu.

Miele'nin oturduğu yere üstten bir şekilde kaşlarını kaldırarak baktı.

"Hikâyeyi öğrenmek istiyorum."

Miele, adamın bu üstten bakışlarından fazlasıyla rahatsız olmuştu. Ayağa kalkıp dersini vermek çok istiyordu ama bu yeni yasalara uygun değildi. Günümüz Magix dünyasında iki öğretim görevlisi birbirine saldıramazdı. Ayağa kalkarak adamın yanına doğru ilerledi.

"Sana kısa bir hikâye anlatayım o halde. Bir zamanlar Yedi Ejderha barış içerisinde yaşarmış. Hepsinin var edebileceği ve sunacağı çok şey varmış. Ama içlerinden biri sadece ateş gücüne sahipmiş ve o güçle hepsinin yaptığını yapabiliyormuş. Ateş gücünü taşıyan ejderha, diğerlerine güvenmemiş ve tek başına var ettiği bir evren yaratmış. Kalan beş ejderha buna çok sinirlenmiş ve bir daha uyanmamak üzere kendilerini uzaya gömmüşler."

Raul, genç perinin anlattıklarını dikkatlice dinliyordu. Kafasına takılan küçük bir nokta vardı.

"Yedi ejderha var dedin. Giden beş ejderha kendini uzaya gömdü dedin. Peki, diğer ejderhaya ne olmuş?" diyerek meraklı gözlerle genç periye baktı.

Miele, tekrar masaya oturarak derin bir nefes alıp sorusunu cevapladı:

"Diğer ejderha, ateş gücüne sahip ejderhayla benzer bir güce sahipmiş. İntikam almaya yemin etmiş. Ejderha Ateşi'nin gücü, nesiller boyunca önemli bir peride koruyucu bir şekilde saklanmış. Zamanında Winx adıyla bilinen birlikte olan Domino ve Eraklyon Kraliçesi Bloom'da. Ama kendisi 16 yıl önce doğum yaptı ve yeni bir koruyucu dünyaya geldi. Ateşi kullanan ejderhaya sinirli olan diğer ejderhanın ise mavi alevi taşıdığı söyleniyor. Yani sonsuz alevin geçen günlerde yandığını biliyoruz değil mi? Demek ki çok da uzakta değil."

Raul, kafası karışmış bir şekilde Miele'nin karşısına oturmuştu.

"Sen şimdi bu ejderhanın intikam için geldiğini ve yeni ejderha ateşinin koruyucusunun tehlikede mi olduğunu söylüyorsun?"

Miele, gözleri kısık bir şekilde Raul'a yaklaştı:

"Tam aksine, asıl tehlike kendisi. Çünkü mavi ateşin gücü, asıl ejderha ateşinin sahibinden intikam almak için onun içine yerleşmiş olabilir."

Raul, biraz korkmuş bir şekilde Miele'ye bakıyordu. Miele, korktuğunu anlamıştı fakat sebebini bilmiyordu. Bir anda odanın kapısı çaldı. Siyah uzun saçlı ve siyah elbiseli bir kadın içeri girdi.

"Umarım bölmüyorum. Dersiniz başlamak üzere, Bay Raul," diyerek gitmesi gerektiğini belirten bir baş işaretinde bulundu. Gecenin yarısıydı, ne dersinden bahsediyordu? Bunu merak eden Miele, sormak istedi:

"Bu saatte tam olarak ne dersi işliyorsunuz?" diye yorumunda bulundu.

Siyah saçlı kadın, sanki haddini aşmış gibi genç periye bakarak bir şey söylemek üzere ağzını açtı.

Raul buna müsaade etmeyerek, "Biz cadılar ve büyücüler, gece saatlerinde ders işleriz. Halam Griffin'den sonra bu hep böyle yapılmaya başlandı. Bu da okulumuzun öğretmenlerinden Bayan Ashlani," demesiyle kara saçlı cadıyı işaret ederek merakı dindirmişti.

Bir süre sonra Miele oradan ayrılmıştı. Kara elbiseli cadı, sorusunu yöneltti:

"Ne anlattı sana bu peri?" diyerek kollarını birbirine geçirdi.

Raul ise "Zamanı değil. Ders vakti," diyerek oradan ayrıldı.

---

"Sen bana haber vermeden neden bir yere gidiyorsun?" diye azarlamaya başlamıştı beni Lyna. Kafam o kadar bulanıktı ki, herkesin sesi bozuk bir antenin çıkardığı gürültü gibi kulağıma geliyordu. Hector durumumu fark etmiş olacak ki, morlaşan gözleriyle çok geç olmadan konuştu:

"Kafası karışmış ve yorgun hissediyor. Yarına bırakalım."

"Doğru diyorsun. Zaten Lyna iyi ki beni aramış. Takipçilerim de o yeri işaretlemişti," diyerek destekledi Helios onu.

Ava çoktan uyumuş, olaylardan tamamen habersizdi. Sabah ilk dersler başlayacaktı. Ben Helios'la aynı odada kalıyordum. Hector, Neptune ve Lyna da Ava ile kalıyordu. Oda arkadaşlarımız gerçekten harikaydı. Bir gün kesin bir olay patlayacaktı aramızda. Zaten benim hayatım yeterince karışıktı. Bugün olanları düşünmeden edemiyordum. Kendimi bir anda Gardenia'da bulmuş, sonrasında Helios ve Lyna'nın gelişiyle yanan o Magix'teki evde gözlerimi açmıştım. Alevler bana bir şeyler bile söylemişti.

Sabah erkenden ders alanına gelmiştik. Profesör Avansmith bize "Güç ve Savunma" dersini verecekti. Gücün, güvenden ve enerjiyi doğru yönetmekten geldiğini söylüyordu. İyi bir perinin, hedefini doğru seçip düşmanın ne yapabileceğini iyi okuyabilmesi gerektiğini anlatıyordu. Herkes yerini aldı. İlk denemeyi Hector yapacaktı.

Hector, tarzı ve gücüyle benzersiz bir yeteneğe sahipti. Ellerini birleştirerek etrafa mor bir enerji yaydı. Üstü ve formu değişmiş, kırmızı ve morun birleşimiyle ortaya çıkan kanatları inanılmaz görünüyordu. Kıyafeti, eski bir şövalyenin modernleşmiş hali gibiydi. Winx'in kazandığı güçler tarihe geçmişti ama bu bile benim için olağanüstüydü.

Hector'ın önüne kalın kayalar çıkmaya başladı. Havalanarak şu sözleri söyledi:

"Supersonic Titreşim Fırtınası!"

Dediği anda kayalara mavi ışınlarla güçlü darbeler indirerek onları yok etti.

Sıra Lyna'daydı. O da bir el hareketiyle formunu değiştirdi. Saçlarında yeşillikler vardı, üzerindeki kıyafet adeta bir savaşçının elbisesiydi. Kanatları yeşilin tonlarındaydı. Bacağını kara bitkiler sarmaya başlamıştı. Nasıl kurtulacaktı ki?

"Dalların Nefesi!"

Dediği anda yeşil dallar büyüyerek sarmalayan bitkileri etkisiz hale getirdi. Sanki cansız olana yaşam vermiş, ölüyü diriltmişti.

Ava'nın sırası geldiğinde pembe tonlarında, teknolojik detaylarla dolu bir savaşçı formuna büründü. Kanatları şekil değiştirebilen mekanik yapıdaydı. Profesör, ona orta zorlukta bir illüzyon verdi ama yine de canavarlar oldukça zorluydu. Ava gözlem yaparak parazitlerin zayıf noktasını buldu.

"Çernobil Zehri!" diyerek saldırdı ve parazitleri yok etti.

Helios tam bir şov adamıydı. Sıra ona geldiğinde:

"Bu işi uzmanına bırakın!" diyerek sınıftaki kızlara göz kırptı. "Solarya!" diye bağırarak kolyesini havaya fırlattı. Kolyenin şekli değişip bir asaya dönüştü. Asa ile üzerini değiştirdi ve turuncu-sarı tonlarında bir prens formuna büründü.

Görevi, karanlık enerji toplarından kaçmaktı. "Güneş Yağmuru!" sözcüğüyle bulutlardan gelen karanlık enerjileri dağıttı.

Sıra bana gelmişti. Henüz bir dönüşümüm olmadığı için çok korkuyordum. Karşıma bir buz kütlesi çıkmıştı. Gücüme zıt olduğu için profesör bunu seçmişti. Daha önce buzun içindeyken içimde bir sıcaklık doğmuştu. Yine aynısını yapmaya çalıştım. Elimde küçük bir alev topu oluşturdum. Buzlara fırlatıp birkaçını yok ettim ama ardından gelenler beni yere sermişti.

Profesör illüzyonu durdurdu:

"Biraz daha çalışmalısın, evlat." diyerek yetersiz olduğumu yüzüme vurmuştu.

Dersten sonra Müdire Mirta beni çağırmıştı. Onunla sonunda tanışabilecektim. Kapısını çaldım, sakin bir sesle:

"Gelebilirsin," dedi.

"Beni çağırmışsınız," diyerek ilerleyip oturmam için işaret ettiği sandalyeye oturdum.

"Alfea'ya hoş geldin Duncan. İlk günün nasıl geçiyor?"

"İyi gidiyor, biraz yorucu ama elimden geleni yapıyorum."

"İlk dersler zordur. Peri sihri pozitif enerjinin kaynağıdır. Ben de karanlık enerjiyi pozitife çevirmeyi öğrenene kadar çok zorlandım. Ama zamanla olacak. Senin için de öyle."

"Ejderha Ateşi'nin yeni koruyucusu olduğunu biliyorum. Annen bu gücü sana devretti. Bu yüzden buradasın. Dünya barış içinde olsa da, küçük azınlıklar hâlâ tehdit oluşturuyor. Sen de buna hazırlıklı olmalısın."

"Nasıl alışacağımı bilmiyorum. Daha formumu ve kanatlarımı kazanmadım, diğerlerine göre çok gerideyim."

"Her şey zamanla oturur. Bunu erkene almak ya da geciktirmek senin elinde. İçindeki güce kulak ver." dediğinde, içimde yine farklı dillerde yankılanan "Cesaret" sözcüğünü duymaya başladım.

"Bu akşam üç büyük okul bir dönem başlangıç yemeği verecek. Hazırlan ve aşağıda bir ziyaretçin var," diyerek cama işaret etti.

Aşağıya baktığımda:

"Valencia!" diye haykırdım. Hemen odadan fırlayıp ona sarıldım. Kızlar ve çocuklar da peşimden gelmişti, mutluluğuma tanıklık ediyorlardı.

"Bu kız da kim? Sevgilisi mi?" diye sordu Lyna kıskanç bir tavırla.

Ava hemen açıklığa kavuşturdu:

"Kardeşi o. Kendisi bir Nemf. Uzun zamandır okyanuslarda görevdeydi. Nasıl tanımazsın, her yerde ismi geçiyor."

Helios hemen atladı: "Çok güzel bir kız değil mi?"

Neptune de dersinden çıkıp yanımıza geldi. Valencia'yı görünce "Valen, hoş geldin," diyerek sarıldı. Helios bunu görünce hemen sordu:

"Bir dakika, Valencia'ya Valen diyecek kadar nereden tanıyorsun sen onu, koca adam?"

Valencia gözlerini devirdi: "Sana da merhaba Hel." Ardından Helios'un ağzını sihirle bantladı.

"Bak susunca ne kadar çekilir bir yakışıklı oluyorsun," diye sırıttı. "Neppie ve ben Andros'ta tanıştık. Görevde bana çok yardımcı oldu."

Lyna ve Ava da sohbete katıldı. Ava "Alfea'ya hoş geldin," dedi. Ardından bantlı Helios'un kafasına vurdu: "Konuşamıyorsun bakıyorum. Gerizekalı seni." Herkes gülmeye başladı.

"Bu akşam burada mısın? Bir yemek varmış, sen de katıl, çok isterim," dedim Valencia'ya.

"Çok kalamam ama biraz durabilirim. Seni görmek için geldim," dedi.

Ava hemen atıldı: "Mutlaka gelmelisin. Hector hazırlıklara başladı bile. Müzikleri o seçmezse günümüz zehir olur!" deyip kardeşimin elinden tutup götürdü.

Hava kararırken ne giyeceğime karar verdim: Açık mavi tonlarında bir takım. Herkes salona gitmişti. Neptune dışında. O bordo bir smokin giymişti.

"Hadi, ben hazırım. Gitmiyor muyuz?"

"Sen git, saatimi arıyorum. Hemen gelirim." dedim.

Onun gitmesinin ardından o tanıdık sesler yine başlamıştı. Yalnız kaldığımda mı hep böyle oluyordu?

Sese doğru ilerledim. Koridor sessizdi. Sesin geldiği odaya girdim. Kapı aniden kapandı.

"Hey! Kapıyı kim kapattı? Kimse yok mu?" diye bağırdım, ama boşunaydı. Odanın içinde ilerlerken mavi bir alev gördüm. Yavaşça elimi uzattım, bir anda alev buz kütlesine dönüştü.

"Ne kadar acı değil mi? Sıcaktan umut bulup sonra her şeyin elinden alınması."

Arkamı döndüm. Simsiyah takım giymiş, beyaz saçlı, buz gibi tenli bir adam vardı.

"Sen de kimsin?" diye sordum tedirginlikle.

Cevap vermeden yanına baktı. Karanlık sislerden oluşan enerjiyle iki kadın belirdi: Biri simsiyah saçlı, diğeri kahverengi saçlıydı.

"Katılıyorum sana Douglas. Sonra da karanlık onları deli gibi rahatsız eder değil mi, Biancha?" dedi içlerinden biri.

Biancha'nın ellerinden kartlar çıktı. Bir tanesi önüme düştü. Hafifçe çevirdi:

"Ölüm."

Ve tam o anda arkamdan biri, boynumu kavrayarak sıktı...

---

"Ah, ne kadar da güzel çalıyor benim Hector'ım," diyerek oturduğu yerden Lyna'ya seslendi.

"Evet, gerçekten. Keman çalmak için doğduğuna yemin ederim," diye karşılık verdi Lyna.

Valencia, mavi elbisesiyle yanlarına gelerek sohbete katıldı. "Kızlar, Hector harika falan ama Duncan'ı gördünüz mü? Neptune ile gelecekti, fakat Neptune zaten geldi."

Lyna, Valen'e dönerek, "Neptune geldiyse neden burada değil?" diye gözleriyle onu aradı.

Valen, eliyle olduğu yeri işaret ederek üst sınıftaki arkadaşlarıyla konuştuğunu gösterdi.

O sırada Hector keman çalıyordu. Annesi sayesinde müzikle çok bağlı olan Hector, Melody gezegeninde en iyi kemancı olarak bilinirdi. Ancak bir anda elinden kemanı düştü. Hector'dan güçlü bir enerji dalgası yayıldı, gözleri bir anda morlaştı. Kafasını Ava, Lyna ve Valencia'nın bulunduğu masaya çevirdi.

"Duncan," dedi.

DEVAM EDECEK...

More Chapters